27 Aralık 2013 Cuma

İlk cinsel tecrübede korkunç kaza


Amerika’da obez bir genç, gerçekleştirmek istediği ilk cinsel tecrübesi sırasında kız arkadaşının başını kazara alçıpanel duvara gömdü. Genç kadının, ‘ortamı yumuşatmak’ için verdiği, “Neden durdun?” tepkisine karşılık bakir genç, ilk şoku üzerinden attıktan sonra, hastanelik olan kız arkadaşını acil servise yetiştirmek zorunda kaldı...

Amerika Birleşik Devletleri’nin New Jersey eyaletinde yaşayan Gregg Casarona adlı 21 yaşındaki obez bir gencin ilk cinsel tecrübe girişimi hüsranla sonuçlandı. Yaklaşık 200 kg ağırlığındaki bakir genç, ilişki sırasında, 50kg ağırlığındaki kız arkadaşı Jen Gerakaris’in kafasını kazara, yatağın baş tarafında bulunan alçıpanel duvara gömdü. İlk anda, kız arkadaşını öldürmüş olduğunu düşündüğünü anlatan genç, Jen’in, kafasını gömüldüğü duvardan çıkardıktan sonra “Neden durdun?” diye tepki vermesiyle kendine geldi.
KALP KRİZİ GEÇİRECEK GİBİYDİ ESPRİ YAPTIM
Olay sonrasından bahsederken, “Kalp krizi geçirecek gibi görünüyordu, ortamı yumuşatmak istedim,” diye konuşan kadın, ortamı yumuşatma girişiminden kısa bir süre sonra baş dönmesi ve mide bulantısı hissetti ve erkek arkadaşı tarafından bir hastanenin acil servisine götürüldü.
"BU İLK TECRÜBEM VE ONU ÖLDÜRDÜM"
Geçen günlerde gerçekleşen bu olayın canlandırma çekimleri yapıldı ve Amerika’da yayınlanan ‘Sex Sent Me to the ER’ (‘Beni Acillik Eden Seks’) programında 28 Aralık günü gösterilmesi bekleniyor. Ayrıca ilginç programın diğer konukları arasında, iki saatlik orgazm ‘çilesi çeken’ bir kadın; kapıcı yüklüğünde cinsel ilişkiye girerken yaralanan bir çift; ve kız arkadaşıyla cinsel ilişki sırasında kalp krizi geçiren bir adam da bulunuyor.
Gregg Casarona, "Onu öldürdüm. Bu benim ilk tecrübem ve Jen öldü." diye düşünerek korktuğunu söyledi.

Devamı...

25 Aralık 2013 Çarşamba

Adnan Şenses Hayatını Kaybetti !


Geride bıraktığımız perşembe hastaneye kaldırılan Adnan Şenses hayatını kaybetti.

Ünlü ses sanatçısı Adnan Şenses, tedavi gördüğü Okmeydanı Hastanesi'nde akşam 20.30 sıralarında yaşamını yitirdi. Şenses, 78 yaşındaydı...

Ayaklarında şişme olduğu ve son dönemde hayli zayıflayıp 56 kiloya kadar düştüğü öğrenilen Adnan Şenses, eşi ve yeğeni tarafından Okmeydanı’ndaki Memorial Hastanesi’ne götürülmüştü. Uzun zamandır kanser tedavisi gören ünlü sanatçı son olarak perşembe günü genel sağlık durumunda bozulma ve şikayetlerin artışı sebebiyle hastaneye kaldırılmış ve kardiyoloji, onkoloji ve hematoloji bölümlerinde müşahade altına alınmıştı.

Sanatçı dostlarının iyileşmesi için dua ettiği Adnan Şenses ne yazık ki hayranlarının ve arkadaşlarının dualarına yanıt veremedi ve aramızdan ayrıldı.

ADNAN ŞENSES KİMDİR

Adnan Şenses (d. 21 Ağustos 1935; Bursa), Türk sanat müziği şarkıcısı, müzisyen bestekar söz yazarı ve eski sinema oyuncusu.

İlkokula Ankara İsmet İnönü ilkokulu'nda başlayan Adnan Şenses, tahsilinin devamını İstanbul'a taşındıkları Karagümrük İlk ve Ortaokulu'nda tamamladı. Ailesinin isteği üzerine marangozluklailgilenen Şenses, 1956 yılında çevresinin sesine verdiği ilgi doğrultusunda müzik hayatına atıldı. İlk musiki derslerini Suzan Yakar Rutkay'dan aldı.

İlk önce Ankara Radyosu'nda çalışan Şenses, 16 yıl burada hizmet etti. Ardından, ünlü gazinolarda çalıştı, 47 film çevirdi ve birçok albüm yayımladı. 2013 yılında Sezen Aksu'nun hediye ettiği "Bekleyemedin Mi" ve "Kaybolan Yıllar" isimli şarkılarının da bulunduğu "Adnan Şenses Bir Efsanedir" albümünü yayınladı. Albümde Sezen Aksu dışında Selami Şahin ve Selçuk Tekay gibi isimlerin de şarkıları bulunuyor.

Devamı...

20 Aralık 2013 Cuma

Türkiye'de Kanser Giderek Artıyor !


Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu Derneği Genel Başkanı Prof. Dr. Şuayib Yalçın, Türkiye'de 100 bin kişiden 200'ünde kanser görüldüğünü belirterek, "Erkeklerde 100 binde 248 vaka, kadınlarda ise 100 bin kişiden 200'ünde kanser sıklığı görülüyor. Bu rakamlar, Türkiye'de kanser sıklığının 2008'den 2013 yılına kadar düzenli bir şekilde arttığını gösteriyor" dedi.

Yalçın, Dünya Sağlık Örgütü Kanser Araştırma Ajansının (IARC) son kanser rakamlarına göre, dünyada her yıl kansere yakalanan kişi sayısının 2 milyon artış göstererek 2012'de 14 milyonu aştığını, kanserden ölenlerin sayısının ise 8 milyonu geçtiğini anımsattı.

Bu verilerin kendilerini yanıltmadığını anlatan Yalçın, bu oranın 2030'a kadar daha da artmasını beklediklerini ifade ederek, kanser bilgi sistemi GLOBOCAN verilerine göre Türkiye'de de kanser sıklığı ve yaygınlığında artış beklendiğini vurguladı.
"KANSER, EN ÇOK GELİŞMİŞ VEYA ORTA GELİŞMİŞ ÜLKELERDE GÖRÜLÜYOR"

Yalçın, bunun en büyük nedenlerinden birinin nüfusun yaşlanması olduğunu belirterek, "Tabi bunların bir kısmı önlenebilir kanserler. Bu tür kanserlerde gelişmiş batı ülkelerinde yavaşlama görüyoruz. Bu duraklama da kanserle mücadelede alınan tedbirlerle alakalı olarak oldu" diye konuştu.

Kanserin eskiden yaşam standartlarının yüksek olduğu ülkelerde görüldüğünü, şimdi gelişmiş veya orta gelişmiş ülkelerde daha sık görülmeye
başladığına dikkati çeken Yalçın, şöyle devam etti:

"Buradaki görülen kanser türleri bizde olduğu gibi akciğer, mide gibi önlenebilir kanserlerden oluyor. Bu nedenle biz nüfusun büyümesi ve yaşlanmayı geciktiremeyiz ama alınabilecek önlemlerle bu gidişata 'dur' diyebiliriz. Bu da tütünle mücadelenin artarak devam etmesi gerektiğini gösteriyor. Bunun dışında sadece kanserle değil, diğer kronik bulaşıcı olmayan hastalıklarla ilgili ölümlerde en önemli nedenler olan obezite, inaktif yaşam ve beslenme bozukluğunun da önlenmesi lazım."
"TÜRKİYE'DE 100 BİN KİŞİDEN 200'ÜNDE KANSER GÖRÜLÜYOR"
"Kanser sıklığı, Batı ülkelerine doğru yükseliyor ama Türkiye genç nüfusundan dolayı bu sıklıkta en önde gelen ülke değil" diyen Yalçın, "Bu, tedbir almazsak önümüzdeki 10-20 yıl içerisinde bizim için çok daha büyük problem haline gelecektir. O nedenle kanser konusundaki tedbirlerin hemen şimdi alınmasının uygun olduğunu düşünüyorum" şeklinde konuştu.
Yalçın, Türkiye'de 100 bin kişiden 200'ünde kanser görüldüğüne dikkati çekerek, "Daha önceki yıllarda 100 binde 70-80'di. Şimdi erkeklerde 100 binde 248 vaka, kadınlarda ise 100 bin kişiden 200'ünde kanser sıklığı görülüyor. Erkeklerde biraz daha fazla görülüyor. Bu rakamlar, Türkiye'de kanser sıklığının 2008'den 2013 yılına kadar düzenli bir şekilde arttığını gösteriyor" ifadesini kullandı.

Türkiye'de 150-200 bin arasında yeni kanser vakası olduğunu vurgulayan Yalçın, bunun en az 50 bininin önlenebilir kanserler olduğunu kaydetti.

Devamı...

Kanser Sebebi Olabilir

Küçük yaşta seks kanser nedeni




Genç yaşta evlenmenin de kadınlarda rahim ağzı, rahim ve yumurtalık kanserini tetiklediği bildirildi.

Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr. Fuat Demirci, jinekolojik kanserlerin risk faktörleri arasında, cinsel yaşama erken başlama, çok sayıda çocuk sahibi olma, düşük sosyo ekonomik düzey, hijyenik olmayan şartlar, sigara ve cinsel yolla geçen virüslerin bulunduğunu söyledi.
RİSK ORANI 50 YAŞINDA EN YÜKSEK NOKTADADIR

Kadınlarda kanser riskinin 20 yaşından sonra arttığını vurgulayan Demirci, şöyle konuştu:
"Risk oranı 50 yaşına gelindiğinde en yüksek orana ulaşır. Yumurtalık ve rahim kanseri daha erken yaşta görülür. Birçok faktörün yanında erken evlilik de bu tür kanser riskini tetikler. Az gelişmiş ülkelerde en sık görülen kanser tipi jinekolojik kanserdir. Gelişmiş ülkelerde rahim ağzı kanser taraması için kullanılan smear testin yaygın ve uzun süreden beri kullanılması bu hastalığın oranını düşürmüştür."
RAHİM AĞZI KANSERİNİN ERKEN BELİRTİSİ YOKTUR SMEAR TESTİ ŞART 

Demirci, rahim ağzı kanserinin erken belirtisinin olmadığını, geç dönemde kanlı akıntı, kanama ve düzensiz adet yaşayanların smear test yaptırması gerektiğini söyledi.

Yılda en az bir kez smear testi yapılmasının erken tanı açısından önemli olduğunu vurgulayan Demirci, şöyle devam etti:

"Şüpheli smear testi varsa kolposkopi ve biyopsi yapılır. Korunmak için ise en önemli yöntem HPV aşılarıdır. HPV aşıları gelişmiş ülkelerde rutin aşılama programına girmiştir. Ülkemizde de uygulamaya başladığımız HPV aşılarının yapılmasını öneriyoruz. Bu aşıların yapılması kadını rahim ağzı kanserinden yüzde 70 oranında korumaktadır. Diğer korunma yöntemleri ise tek eşli olma ve güvenli olmayan ilişkilerde mutlaka koruma kullanılmasıdır."
"ŞEKER HASTALARI VE ŞİŞMAN KİŞİLERDE RİSK FAKTÖRÜ"
Demirci, rahim kanserinin genellikle menopozdan sonra ortaya çıktığını söyledi. Rahim kanserinin ortalama görülme yaşının 55-58 olmasına karşın bazı genç kadınlarda da görülebildiğini dile getiren Demirci, şöyle konuştu:

"Diyabetli, şişman ve hipertansiyonu olan kadınlarda rahim kanseri daha sık görülür. Doğum yapmamış olma, şişmanlık ve tansiyon yüksekliği, 50 yaşından sonra adetten kesilme, doktor kontrolü dışında hormon kullanma, meme, yumurtalık ve kalın bağırsak kanseri geçirmiş olmak rahim kanseri riskini artırıyor. Ayrıca Türkiye'de adetten kesilme yaşı 47'dir. Rahim kanseri belirtileri nedeniyle erken tanı konulabilen bir kanserdir."
"YUMURTALIK KANSERİ GENETİK OLABİLİR"
Demirci, yumurtalık kanserinin dünyada giderek artığını söyledi. Bir kadının yaşamı boyunca yumurtalık kanserine yakalanma riskinin yüzde 1- 2 olduğunu aktaran Demirci, şunları kaydetti:

"Yumurtalık kanserinin bazı tiplerinde genetik geçiş söz konusudur. Bu kadınlar gen araştırması yapılarak sıkı takibe alınmalıdır. Yumurtalık kanseri genetik olabilir. Doğum yapmamış olma, erken adet görme, geç adetten kesilme, meme ve rahim kanseri geçirmiş olma, ailesinde genetik geçişli meme kanseri olması risk faktörleri arasındadır. Belirtiler daha çok mide bağırsak sistemiyle ilişkili hazımsızlık, karında şişme, bulantı ve kilo kaybıdır."


Devamı...

Yazıcıdan 'göz' çıkardılar..


İngiliz bilim adamları, gözden alınan hücreleri üç boyutlu yazıcı yardımıyla kopyalamayı başardı.

Hayvanlar üzerinde üç boyutlu yazıcı ile yaptıkları deneyler sonucunda göz yapısına yakın kopya hücreler üretmeyi başaran bilim adamlarının çalışması Biofabrication adlı bilimsel dergide yayımlandı. BBC'nin internet sayfasında yer alan haberde, Profesör Keith Martin ve Dr. Barbara Lorber başkanlığında Cambridge Üniversitesi'nden bilim adamlarınca yapılan bilimsel çalışmanın, gözünün retina tabakası zarar görmüş kişilerin tedavisinde kullanılabileceği bildirildi.

Araştırmacılar, üç boyutlu yazıcıyla kopyalanan hücrelerin tıp dünyasında çığır açacak nitelikte bir buluş olmasına karşın henüz insanlar üzerinde deneme aşamasına gelmediğini belirtti. Bu şekilde kopyalanan hücrelerin erişkin farelerin retinalarındaki gangliyon ve glia hücreleriyle uyumlu olduğunu kaydeden araştırmacılar, bu hücrelerin gözün içindeki uyarıları beynin belli bir bölgesine ilettiğini bildirdi. Araştırmacılar, yeni teknolojiyle kopyalanan bu hücrelerin yerleştirildikleri bölgedeki sinir hücrelerince desteklendiğini ve hayatta kalmayı sürdürdüğüne işaret etti.

Görme bozukluğuyla ilgili birçok sorun, gözdeki görme işlevini yerine getirmede kritik önemi olan retina tabakasındaki sinir hücrelerinin kaybından kaynaklanıyor. Elektronik retina implantı umut verici bir gelişme olarak yorumlansa da uzmanlar bu çalışmanın insan üzerinde uygulama aşamasında olmadığına dikkati çekiyor.
Ancak araştırma ekibinde yer alan Clara Eaglen, bu çalışma sonucunda elde edilecek en küçük bir umut ışığının bile insanlar için büyük bir değişikliğe kapı aralayabileceğini söyledi.

Devamı...

Türk doktorlar geliştirdi !


Beyinde biriken sıvının, karın boşluğuna iletilerek vücuttan atılmasını sağlayan sistem için Hacettepe Teknokent'te geliştirilen tamamı antibiyotikli beyin şantı, operasyon sonrası gelişebilecek enfeksiyon riskini ortadan kaldırıyor.

Kafa içinde sıvı birikmesi sonucu ölümcül sonuçlar doğuran hidrosefali hastalığının tedavisindeki tek yöntem olan sistemde, beyne nakledilen şantın bir bölümünde antibiyotikli kaplama bulunuyor. TÜBİTAK ve KOSGEB desteğiyle geliştirilen yeni şantın, risk yaratan cilde en yakın olan pompa kısmı da antibiyotikle kaplanarak dünyada bir “ilk”e imza atıldı.

Şantı geliştiren Beyin Cerrahi Uzmanı Dr. Mehmet Sorar, şantın kafa içindeki suyun miktar olarak artması ve kafa büyümesi ile kendini gösteren hidrosefali hastalarında kullanıldığını söyledi. Sorar, ölümcül sonuçlar doğuran hastalığın daha çok çocuklarda görüldüğünü ifade ederek, kısa süre içinde müdahale edilerek kafa içerisindeki sıvının boşaltılamaması halinde hastalığın ölümle sonuçlandığını vurguladı.
Hidrosefalinin özellikle kafa büyümesi, baş dönmesi ve bilinç yitimi gibi belirtilerle kendini gösterdiğini anlatan Sorar, şöyle devam etti:
"Kafa içerisinde, beyin omurilik sıvısının dolaştığı kanallar vardır. Normalde, insan beyni günde 500 mililitre kadar beyin omurilik sıvısı üretiyor. Bu, beyni dış etkilerden koruyor. Bu sıvı, kafa travması ya da tümör gibi bazı nedenlerden ötürü o kanalların çerisinde gezemez hale geliyor. Kanalların herhangi birinde tıkanma olduğunda, sıvı birikmeye başlıyor.

Bu sıvının da cerrahlar tarafından yaklaşık 24 saat gibi kritik süre içinde tahliye edilmesi gerekiyor. Bu süre içinde müdahale edilmezse ölümle sonuçlanıyor."

SIVI BELLİ BİR SEVİYEDE TUTULMALI

Sorar, kafa içinde basınç birikmesi, enfeksiyon ya da kanama durumunda "direnaj sistemi" olarak isimlendirilen yöntemle, kateter kullanılarak kafa içine girildiğini ve beyindeki sıvının boşaltıldığını dile getirdi.

Cerrahi ortamda gerçekleştirilen uygulamanın kanama, enfeksiyon gibi akut sorun ortadan kalkana kadar hastanın kafasında kaldığını belirten Sorar, uzun dönem tedavi için "şant" denilen beyin içi implantların kullanılması gerektiğini ifade etti. Sorar, "Kafa içi basıncı arttığında, basınca bağlı olarak sistem devreye giriyor ve sıvı tahliye ediliyor. Sistemle, sıvı beyinden alınarak karın boşluğuna kadar iletiliyor. Bu şekilde, kafa içindeki basınç normale dönüştürülüyor. Basınç, normale döndüğünde ise tekrar sistem kapanıyor ve belli miktardaki sıvının beyinde kalması sağlanıyor" diye konuştu.
ŞANT SİSTEMİ TEDAVİDE TEK YÖNTEM

Sorar, şant sistemi yerine doğrudan sıvı tahliyesinin yapılmasının istenilen bir durum olmadığını vurgulayarak, beyindeki sıvı miktarının belli bir seviyede tutulması gerektiğinin altını çizdi. Beyin basıncının çok düşük olduğuna, bu nedenle düşük basınç aralığında çalışılabilmesi için kullanılan aparatların oldukça küçük olması gerektiğine işaret eden Sorar, şant sisteminin hastalığın tedavisindeki tek yöntem olduğunu bildirdi.
İLK YERLİ ŞANT DÜNYA PAZARINDA 

Sorar, malzemelerin yurt dışından getirildiği için pahalı olduğunu belirterek, mevcut şantların daha uygun fiyata ve daha kapsamlısının geliştirilmesi için çalışma yaptıklarını söyledi.

Dünyadaki büyük üretici firmaların şantlarını modelleyerek Hacettepe Teknokent'te AR-GE çalışmalarına başladıklarını aktaran Sorar, şöyle konuştu:
DÜNYADA BUNU ÜRETEBİLEN 2'İNCİ ÜLKEYİZ

"Şantlar, kimi zaman beyne nakledildiğinde enfeksiyona yol açabiliyor ve öldürücü olabiliyordu. Bir yabancı firma bunu önlemek için şantın üzerini antibiyotikle kapladı. Biz de aynı tekniği kullandık ve dünyada bu şekilde üretim yapan 2. firma olduk.
Bir yenilik daha yaptık. Şant, beyine giden, beyinden karın başluğuna giden ve ortada basıncı ayarlayan pompa olmak üzere üç parçadan oluşuyor. Yabancı üretici pompaya antibiyotik tutturmayı başaramamıştı. Biz ise orayı da antibiyotikle kaplamayı başardık ve bu konuda üretim yapan dünyadaki ilk ülke olduk."

Sorar, bu şekilde ilk yerli şantın üretildiğini belirterek, ürünlerin başta Rusya olmak üzere Türk Cumhuriyetleri ve Afrika pazarına girdiğini bildirdi.
ÜRETİM İTHAL ÜRÜNLERİN FİYATINI DÜŞÜRDÜ

Üretimle birlikte ithal ürünlerin fiyatlarının ciddi oranda düştüğüne dikkati çeken Sorar, şunları kaydetti:

"Ürünün, boyutları küçüldü, bu da estetik açıdan hastaya büyük avantaj sağladı. Şantın hem gövde kısmı hem mebran denilen pompa işlevi gören kısmının antibiyotikle kaplanması, ciddi oranda enfeksiyon riskini ortadan kaldırdı. Bu, özellikle çok büyük bir avantaj. Çünkü, dünyanın en iyi kliniklerinde bile ameliyat sonrası enfeksiyon riski yüzde 15. İlk bir ay çok önemli. Şantı taktıktan sonra bir ay içinde enfeksiyon gelişirse şantın değiştirilmesi gerekiyor. Bu hem sağlık açısından risk hem de maliyet anlamı taşıyor. Operasyon sonrası 21 gün yatış ve damardan antibiyotik tedavisi gerektiriyor. Bu nedenle ürünlerin antibiyotikli olması çok önemli."

Devamı...

8 Aralık 2013 Pazar

İLK BİLGİSAYAR, BİLGİSAYARIN TARİHCESİ

Bilgisayarın tarihçesi, bilgisayarın icadı



İnsanoğlunun ilk hesap makinesi abaküsdür ve abaküse benzeyen ilk araçlar bundan 3,000 sene önce kullanılmıştır. Otomatik hareketlerden yararlanan ilk toplama makinesini Blaise Pascal geliştirmiştir. Pascal bu makineyi tasarlarken, bir tarafa doğru döndürülen dişli çarkların hareketinden faydalanmıştır. Daha sonra Leibniz aynı prensiple çarpma işlemi de yapabilen bir makine daha geliştirmiştir. 

    Hesaplamada elektronik sistemin öncüsü İngiliz bilim adamı Charles Babbage'dir. Babbage'nin Analitik Motor adını verdiği cihaz, belli bir programlama içinde hesapları otomatik olarak yapabilmekteydi. 

   Gerçek anlamda bilgisayarlar, 1941 yılında Berlin'de Kondrad Zuse tarafından geliştirilmiştir. Onun yaptığı bilgisayar, elektron lambalarından oluşuyordu ve aynı yıllarda Busines Machines Corporation adlı firmanın yaptığı otomatik bilgisayardan çok daha hızlı çalışıyordu. 

   1946'da, Amerikalı J. Presper Erchert ve Jn W. Mauchly, yüksek işlem hızına sahip tam elektronik ilk sayısal bilgisayarı geliştirdiler. 17,500 civarında elektron tüpü, 1,500 röle, 70,000 direnç ve 10,000 kondansatörden oluşmuş 30 ton ağırlığındaki bu dev makine, on haneli 5,000 sayıyı bir saniye içinde toplayabiliyordu. 

    Sonraki yıllarda inanılmaz bir süratle geliştirilen bilgisayarlar, bilgiyi çabuk ve doğru bir şekilde işleme ve saklama özellikleri nedeniyle, kısa sürede günlük hayatın ayrılmaz bir parçası haline geldiler. Bilgi üretimi ve dolaşımı hızlandı. Bu gelişmeler sayesinde, bir toplumun bütün bireylerinin bilgiye kolayca ulaşmaları ve onu tüketmeleri mümkün oldu. 

   Bilgi toplumunun oluşumunu hızlandıran bu gelişmelerin yanı sıra, basımevlerinden uzay gemilerine kadar hemen bütün makine ve araçların kontrolünü de bilgisayarlar üstlenmeye başladı. Böylece insanlar uzun süre alan ve oldukça karmaşık olan yorucu ve bıktırıcı işlerden kurtuldular.


İlk bilgisayarın adı ENIAC;
*Elektrikle çalışan ve elektronik veri işleme kapasitesine sahip ilk bilgisayar.
*30 ana bölümden meydana geliyor.
*Ağırlığı: 30 ton
*Büyüklüğü: 167 m²
*Maliyeti: 500.000 dolar

İlk deneme 1945, tam manada icadı ise 1947 yılını buldu.II.Dünya savaşının bu dönemde sona ermesinden dolayı böyle bir araca ihtiyaç kalmadı ve basına tanıtıldı (1947).

Daha sonraları ENIAC 8 yıl boyunca (1947-1955) hava tahmini gibi birçok bilimsel alanda kullanıldı.Kendisinden sonra geliştirilen bilgisayarların (EDVAC ve ORDVAC) daha tasarruflu olmasından dolayı 2 Ekim 1955‘te ENIAC’ın fişi çekildi.Şuan ise ENIAC‘ın parçaları Washington’da ki Amerikan Ulusal Müzesi’nde sergilenmekteymiş.


Devamı...
Domain Domain